13 Temmuz 2017 Perşembe

Bu Bir Taekwondo Yazısıdır

Taekwondo üzerine söyleyecek sözüm çok, daha da çoğalıyor. Hayatıma giren önemli mihenk taşlarından biridir. Hayatımın birçok döneminde birçok şeye taekwondo gözüyle bakıyorum. Taekwondoyla tanıştığım güne şükür ediyorum. Taekwondo sevgimi şöyle açıklayabilirim. Korece öğrendim. Şu an okuyup, yazabiliyorum. Orta seviyede konuşabiliyorum.

Kısa bir girizgahtan sonra yazıma geçeyim. Ülkemizde taekwondo faaliyetleri federasyon seviyesinde devam etmedir. Benim sitem ettiğim nokta, böyle kurumsal yapıların tutumları. Evet başarı olarak çok iyiyiz. Güney Kore' den sonra ikinciyiz diyebiliriz.

İstediğimiz bu mu?

Başarı. Bazı yetenekli sporcuları seç. Yüklen, sıkı antreman proramı, diyet vb.

Bunlar olsun olmasın değil. O zaman ne?

Birinci olumsuzluk, bu sporcular hayatının belli bir kısmında popüler, sonraları yoklar, bu nasıl iş?

Hamide Bıçkın Tosun, Bahri Tanrıkulu...

Bu sporcular, yetenekli. Fiziksel kapasitesi uygun. Ya olmayanlar. Taekwondo bunları görmüyor. Başarı yok çünkü onların gözünde. Bu da ikinci olumsuzluk.

Üçüncü olumsuzluk, hayat boyu taekwondo kavramının olmaması. Yapılmaya çalışılmaması.
Taekwondo' nun dövüş sanatı, dövüş sporunun felsefesine, mantığına ters. 50 yaşında taekwondo'ya başlayacak birisine nasıl bakılır?

Peki bu olumsuzların kazandırdığı nedir ülkemiz taekwondasına?

Başarı. Evet. Tek olumlu yan. Reklam. Ülkemiz uluslararası camiada konuşulur oluyor. Taekwondo' nun ülkemizde tanınmışlığı artıyor. Bu taekwondo için çok önemli ve kaçınılmaz.

Peki ama bu olumsuzluklar nasıl çözülecek?

Federasyon çatısı altında iki kısıma bölünecek, müsabık ve kültür diye.

Müsabık şu anda olduğu gibi.

Kültür ise eski sporcular önderliğinde çoğu yaşı (3yaş - sınırsız) kapsayacak şekilde genişletilmeli. Yoğun bir program oluşturulmalı. Taekwondo felsefesi işlenmeli. Kültür fizik dediğimiz uygulamalar yapılmalı. Dernekler, söyleşiler, festivaller tertip edilmeli. Bunlar sonraki iş. Büyüyerek devam edeceğini düşünüyorum.


7 Temmuz 2017 Cuma

Suriyeli Kız

Dünyanın belli bir kısmının bildiği gibi Suriyeli savaş göçmenleri yurdumuzda misafir edilmektedir. 3 sene 4 sene derken zaman artmakta, ensar sabırsız, muhacir şaşkın hale gelmekte.

Çözülse de evli evine köylü köyüne cümleleri duyulmaya başlandı. Yurdun çeşitli yerlerinden Suriyeli kavgaları, anlaşmazlıkları gelmeye başlandı.

Böyle bir ortamda başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim.

Suriyeli kız, sarı saçlı, kıvırcık, ela, yeşil arası gözler, 1,10 civarı boy, üstübaşı toz toprak, ayağında terlik, ayak parmakları kirli, hava soğuk, kış günü, üstünde ince bir hırka.

Ekibiyle birlikte dolaşıyor,7-8 yaşlarında, ekip üyeleri aynı paspallıkta, kardeşi, arkadaşları, komşuları olabilir. Hepsi çocuk. Ekip 5-6 kişi. Bizim Suriyeli kız lider pozisyonunda.

Ellerindeki selpakları pay ediyor, yol gösteriyor gibi sorumluluğu var anlaşılan.

Dedim ya kış ayı, soğukta dışarda geziyorlar, esnaf esnaf, dükkan dükkan.

Kimisi iteler ekibi, kimisi tatlı dille kovar. Niye kovdunuz diye sorduğumda içerisi ağır kokuyor diye zerzenişteler. Benimde bir-iki defa kovmuşluğum vardır.

O bir iki defa kovduğum zamanlardan birinde ekip hızlıca beni görünce dışarı kaçtı. Hemen sonra grup lideri suriyeli kız tek girdi içeri. Ona da kızdım. Dinle. Dinle. Dermiş gibi hareket yaptı. Su istiyoruz dedi. Su var mı? Türkçesi yok denecek kadar.

Bir garip geldi bana. Hava soğuk. Nasıl içiniz yandı bu kadar. Dışardasınız bir de. Var dedim. Bunlara içerdeki damacadan 1,5 lt lik şişe doldurdum. Kağıt bardak verdim. Aldı. Yüzüme bakmadan çıktı.

Çaktırmadan kapıdan bakıyorum. Hala susadıklarına inanamıyorum. İçiyorlar. Lıkır Lıkır içiyorlar. Azar azar. Sırayla. Son kişiye doğru bardak, buruştu gitti. Şişe bitmeden soğuk mermerden kalkıp gittiler.

Sonraları 2-3 günde bir uğrar oldular. Abi Su... Abii Su...

Müşteri varsa içeride gidene kadar bekleyin anlamında işaret yapıyorum anlıyor. 1-2 dk bekleyip, müşteri çıkınca geliyor içeri. Suyu ve bardağı hazır. Ekibini suluyor. Bu olay bir müddet devam etti. Sonra Suriyeli çocuklar sanırım okul veya rehabilite gibi merkezlere alındı. Pek dışarda da görmedim.

Bu olay 1,5 sene olmuştu.

Az önce o Suriyeli kızı gördüm. Filmlerdeki gibi eli, yüzü bakımlı. Üstübaşı temiz. Çocuk olmuş yani.

Dükkanının önünden geçerken durmuş. Tanımadım. Dikkatli bakınca tüm bu size anlattığım olaylar gözümün önünden geçip şak diye tanıdım.

Durdu. Beni görmek için gözlerini dükkanda gezdirdi. Beni gördüğünde güldü. Gülüşü 1-2 saniye sürdü. El salladı. Bende salladım.

O uzaklaştı. Benim gözüm doldu.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Totalde Mutluluk

Bu hayatı alt alta topluyorum, üst üste topluyorum elde kalan yine mutluluk, yine mutluluk.

Mutluluk insanın iyi hissetmesi, her şeye rağmen iyi hissetmesi.

İnsanın var oluş amacı binlerce yıldır tartışılmış, uğrunda savaşlar yapılmış, haklar gasp edilmiş. Bu iş bu kadar basit mi, mutlu olalım bu işten kurtulalım, diyebilir miyiz?

Bence demeliyiz. Tüm yaptığımız işler mutluluğa çıkmalı, Paris' in meydana çıkan sokakları gibi. Yerli sevenler Aydın' ın Atça mahallesine de bakabilirler. Sonunda mutluluğa çıkacak tek şartımız bu.

Tamam ama bizi bu sona götürecek kadar vademiz yoksa mutlu yarınlar bir türlü olmazsa.

Anı mutlu yapalım o zaman. İyimserlik değil bu, polyanıcılık değil, Kendinle barışık olmanın verdiği bir haz ile mutlu olmak. Anlık mutluluk ve bu sürekli olacak.

Nasıl yaparız? Bu bir doluluk hali, kendinden memnunluk hayattan değil, Ama ben dolu değilim!
Dolduralım o zaman. Ya o kadar da vadem yoksa. dolacak kadar.

Şimdiden mutlu ol, bu andan. Milat olsun. Yarın da mutlu ol. Yarın ki anlarda da.

Bu andan başla ve genel bir mutluluk halinde kal. Memnunluk halinden, vaktinden, kendinden memnunluk. hayattan dünyadan değil.

Mutlu yaşa, mutlu ol, mutlu öl.

Bu bahsettiğim mutluluk, hüznün tersi olan mutluluktan bir tık genel. Kendinden memnunluk ile kendiliğinden meydana gelen bir mutlu olma hali. Bünyesinde diğer hayati fonksiyonları barındırır.

Ahmet GEZER/ İstanbul



3 Temmuz 2016 Pazar

Ahmet Gezer

Ahmet Gezer, hep böyle başlar otobiyografiler. Sartre' nin otobiyografisini okuduğumda hemen kısa bir öz geçmiş yazasım geldi. Bunun da kişisel görüşlerimi paylaşmak istediğim bu blog sitesinin ilk sayfasında yer almasını istedim.

Ahmet Gezer, 26 Ekim 1985' de Çapa'da doğdum. Çapa Tıp fakültesinde. Düşünsenize aynı yerde, mekanda doğan on binlerce çocuk.

Saat 8 gibi dendi. Doğmuşum.

Burçlarla pek ilgilenmesem bile akrep burcuyum, yükselenim de akrep.

İlk evimiz Gaziosmanpaşa Sarıgöl'de. Sağlıklı bir çocukmuşum. Hemen bu eve getirmişler. Ahırdan bozma olduğu söylendi. Öyle evde oturmak zorunda kalmayalım derdi annem hep.

Sarı kafa bir çocukmuşum, altın sarısı değil, civciv sarısı. Toplu, topaç gibi bir çocuk. Önü tavşanlı, kısa,  askılı, mavi kıyafetim resimlerden hatıramda yer etti.

Daha sonra Fındıkzade'ye taşınılmış. Pek hatırlamıyorum. Gelip geçerken gösteriyorlar sadece. Sonra Ümraniye'ye amcamların evine. Yüksek katlardan biriydi. Ümraniye'nin daha Ümraniye olmadığı
zamanlar. Babamın işe giderken zorlandığını ve eve oyuncakla gelişleri var gözümün önünde. Kara şimşek, taklacı güvercin prototipi bir oyuncak.

Küçükköy'deyiz. 6-10 yaşları arasında, karşı komşumuz Yusuf, adını hatırlayamadığım bacısı, yan bina Olcay, Üst katımız İhsan.

Yusuf'la balkonlarına çıktığımız asma ağaçlı seyir terasını, Olcay'ın serseriliklerini, İhsan'ın küfürlerini unutamam. Bir de 5 lt. 'lik cam su damacanalarını, keçe suyunu, bilyalımı.

İlk inşaatın ikinci katından kuma atladığımda o zamanlara denk gelir.

10 yaşında beni ben yapan Küçükköy, Hürriyet mahallesine taşındık.

Yakup, Atakan, İlker, Yasin, Erhan, Gökhan, Oğuz, Mustafa, Serdar, Tekin, Ulaş, Hıdır, Murat, Suat, Yılmaz, Onur, Orkun, Selçuk, Erhan, Ferit, Kaan, Bilal, İsmail, Aytek, Aziz, Koray, Yiğit, Aslan,
Uğur, Emre, Mustafa, Süleyman, Özer, Selçuk, Alican, Doğan, Ali, Ahmet ( Ben ). Ev sırasına göre yazdım. Bu büyük ailenin içinde ben oldum. Çocukluğum, gençliğim oldu.

Akılınıza gelip gelebilecek bir çok şey yaptık. Dolu dolu geçti.

Daha Sonra Üniversiteye gittim. Sakarya. Özledik be.

Muhammet, Gürhan, Yunus, Kemal.

Son senesinde efsane mahallemden ayrıldık. Hatıralar beynime kazımış şekilde. Arnavutköy' deyiz. İstanbul'un diğer ucu, ismi zengin muhitle karıştırılan yer.

İşlerimiz şimdilik yolunda, o da yakın bir yer olan Sultangazi'de. Evden 10 dk. 5 sene oldu. Keyfim yerinde.

Sabiha var hayatımda. Hep öyle kalsın.

Geniş bir biyografi yazmayı düşünüyorum. Görüldüğünde okumaya üşenecekleri bir otobiyografi.
Başlıyorum az kaldı. Önce bir genel çerçeve, programı oluşturayım. Günümüze kadar gelip, daha sonra günlüğe dönecek.

Bakalım hayat neler gösterecek.

İnşallah.

03.07.2016 Ramazan arifesinin arifesi. Arnavutköy/İstanbul.